Karlar Altında Kapadokya
Çok uzun yıllardır, neredeyse ilk okuldan beri gitmek istediğim bir yerdi Kapadokya. Geçtiğimiz Kasım ayında gezmek kısmet oldu, kışın gideceğiz diye biraz dertleniyordum ama iyi ki de geç olmuş kışın olmuş da Yalçın’la beraber kışın Kapadokya’yı görme şansımız olmuş. Genelde bahar ayları önerilir bu bölgeyi gezmek için ama açıkça söylemek istiyorum ki kışın tadı da bambaşka.
Yaklaşık 3 günlük bir seyahat oldu ve bizce ne eksik ne fazlaydı, sizlere de önerimiz en azından 2,5-3 gününüzü ayırmanız yönünde olur.
Paşabağ
NASIL GİTTİK?
İlk olarak belirtmekte fayda var, Kapadokya’ya uçakla gelmek istiyorsanız 2 alternatifiniz var:
- Nevşehir Havaalanı’na gelmek
- Kayseri Havaalanı’na inmek.
Göreme – Nevşehir Havaalanı arası yarım saat sürerken Göreme – Kayseri Havaalanı bir buçuk saati geçebiliyor. Bizim tercihimiz fiyatı daha uygun olduğu için Kayseri’ye gelmekten yana oldu. İki kişi gidiş dönüş 200 lira ödeyerek biletleri satın almıştık. Cumartesi günü 09:40 Pegasus uçağıyla Kayseri’ye vardık. Havaalanından Göreme’ye ise araba kiralayarak gelmeyi tercih ettik. Hem daha hızlı bir şekilde Göreme’ye varabildik hem de bölgeyi gönlümüzce istediğimiz zaman gezme şansımız oldu.
Otel rezervasyonunu booking’den yapınca, rentalcars.com üzerinden de aracımızı Garenta’dan kiraladık. Dizel ve manuel vites Kia’ya (Wolkswagen Polo ve benzeri araç olarak seçtik, Kia denk geldi:) ) 2 gece için de 300 lira ödedik. 2.5 gün gönlümüzce gezdik tozduk ve …. kadarlık benzin yeterli geldi.
Araç kiralamayacaklar için, otobüsle de Kayseri’den Göreme’ye gelmeniz mümkün. Otogarın bulunduğu bölgede çok sayıda yürüyüş mesafesinde otel mevcut.
Otelin bahçesinden bir fotoğraf
NEREDE KALDIK?
Kışın gittiğimiz için öncelikli kriterimiz açık havada oturabilecek yerlerinden ziyade otelin sıcak olması ve konumunun iyi olmasıydı.
Booking’de yaptığım araştırmalar sonucunda, Alaturca House‘da kaldık. Yeri çok merkeziydi, çok çok uygun fiyatlıydı (iki kişi iki gece için 180 lira civarında ödedik) ve en önemlisi otelde hiç üşümedik.
Tek bir sorunu vardı, o da kahvaltı edilen yer çok ufaktı ve mutfaktan çok fazla yemek kokusu geliyordu. Sanıyorum ki yazın öyle bir sorun yaşanmaz.
Resepsiyondaki arkadaş, bize çok yardımcı oldu ve genel olarak memnun kaldık.
He bir de, otelde alkol yokmuş, biz zaten yemekleri dışarıda yedik o yüzden çok önemli değildi.
Eğer yazın gitseydik farklı otelleri tercih edebilirdik. Mesela Sultan Cave Hotel – booking’de de çok karşıma çıkmıştı. Orada kalan arkadaşım var o yüzden rahatlıkla tavsiye edebilirim.
Sultan Cave Hotel için tıklayın.
Resepsiyonist’in bize gösterdiği harita (bu fotoğraf www.balonturu.net sitesinden alınmıştır)
NERELERİ GEZDİK?
Kapadokya bölgesi hakkında her yerde onlarca şey okuduk, duyduk, sorduk. Ama tabi söz konusu biz olunca yine program yapamadan kendimizi Kayseri Havaalanı’nda bulduk.
Aslında niyetimiz önce otele geçmekti. Tabi planladığımız gibi gitmedi 🙂 Göreme yolu üzerindeyken bir anda yolumuz Güray Müze‘nin bulunduğu Avanos’un girişinde bulduk. Daha önce pek denk gelmemiştik bu müzeye bloglarda, sebebi ise müzenin yeni bir müze oluşuymuş. Kişi başı 10 tl vererek bu yeraltı müzesini gezmeye başladık. Bu müze özel bir müze olduğundan müzekart geçerli değildi.
Güray müze’de hem millattan öncesinden günümüze kadar kullanılan-yapılan farklı materyalleri, hem de modern seramik eserlerini inceleme şansınız var. Aynı zamanda müzenin giriş kısmında farklı sanatçılara ait resimler de sergilenmekte.
Özetle müze üç ayrı bölümden oluşuyor:
- Antik eserler
- Modern eserler
- Sergi
Bir de alışveriş yapabileceğiniz bir kısmı var.
Daha fazla lafı uzatmayalım, merak edenler için daha fazla bilgi burada
Uzun uzadıya gezdikten sonra, çıktığımızda akşam olmak üzereydi ve dinlenmek ve otele yerleşmek için Göreme’ye gitmeye karar verdik.
Göreme – Avanos arasında Paşabağı’na giden bir yol var. Ve biz dayanamayıp Paşabağı’na bir daha geleceğimizi bilsek bile uğramadan edemedik. Gördüğümüz peri bacalarını inceledik, tepelik alandan manzaranın keyfini çıkardık. Peri bacalarının arasında dolanmak çok enteresan hissettiriyor, tabi bazen ortam çok kalabalıklaşınca gezmek zorlaşabiliyor. Balon Turlarında da buraya mutlaka uğranıyor ve balonlar alçalarak eşşiz bir manzara oluşturuyor.
Son olarak da yol üzerindeki Çavuşin Kilisesi‘ne girdik ve Müzekart’ı da oradaki gişeden satın aldık, ardından da çok oyalanmadan otelin yolunu tuttuk.
Çavuşin Kilisesi’nde girmeye izin verilen 2-3 oda vardı yalnızca ve buradan daha güzel yerler ileride görmüştük, girmemek büyük bir kayıp değil.
Paşabağ
Belirttiğimiz gibi otel Göreme’nin merkezine çok yakın, terminale yaklaşık 200 m mesafede. Ayrıca aracınızı park etmek için rahatlıkla yer bulabiliyorsunuz.
Otele vardığımızda akşam olmak üzereydi ve karnımız acıkmıştı. Hemen eşyalarımızı otele bıraktık ve daha önceden bir tanıdığımızdan duyduğumuz Ürgüp’teki bir ocakbaşı’na doğru yola çıktık. Detaylarını yeme-içme kısmında vereceğiz☺
Kendisi başlı başına bir yazı olmayı hakediyor: Balon turu.
Ama yukarıdaki link haricinde kısaca bir bilgi verelim. Balon turunu biz gelmeden önce ayarladık, kişi başı 250 lira gibi bir ücrete anlaştık ve firmadan memnun kaldık.
Yalnız sizlere tavsiyemiz eğer balon turu yapacaksanız gider gitmez ertesi gün hemen bir tura katılmaya çalışmanız. Havanın karlı olması değil ama sisli olması balonların kalkışı için izin verilmemesine neden oluyor ki zaten siste etrafı görmeniz de imkansız.
Balon turu zaten gün doğumunda yapıldığı için (ki güneş kışın yaza göre çok daha geç doğuyor o nedenle biz yazın bu turu yapanlara göre daha geç uyandık☺) en geç saat 10 gibi turu tamamlamış ve otelinize dönmüş oluyorsunuz. Doğal olarak günün çoğu size kalmış oluyor.
Müzelerin neredeyse hepsi haftanın her günü açık biz o yüzden istediğiniz gün istediğiniz yeri gezebilirsiniz.
Biz 2. Gün Ihlara Vadisi’ne gitmeye karar verdik. Ihlara Vadisi, Göreme’den yaklaşık 90 km uzaklıkta ve yol boyunca uğrayabileceğiniz farklı noktalar da var.
Bunlardan ilki bir yerleşim yeri olan Uçhisar. Burası oldukça dik yamaca kurulmuş bir köy aslında. İçerisinde butik oteller, cafe’ler de barındırıyor. Arnavut kaldırımlı sokaklarda gezmesi de ayrıca keyif veriyor. Yalnız yerlerde kar olduğu için biz tepelere daha çok araç yerine yürüyerek çıktık. Uçhisar’ın tepesine ulaştığınızda ise Uçhisar Kalesi ile karşılaşıyorsunuz. Burası müzekart geçmeyen nadir yerlerden biri. Bilet için kişi başı 7 TL ödüyorsunuz. Aslında bu tarz kale, kilise vs diye geçen yerlerin bir çoğunun içerisinde pek bir şey yok ve genelde her yere de giremiyorsunuz. Ama bu kalenin güzelliği Kapadokya bölgesini tepeden ve 360 derece görmenize imkan vermesi.
Uçhisar
Bol bol fotoğraf çekiminin ardından arabaya gidiyoruz ve Ihlara’ya doğru devam ediyoruz.
Yol üzerinde merak ettiğimiz bir yer var: Derinkuyu yer altı şehri.
Derinkuyu, yer altı şehirleri içinde en büyüklerinden bir tanesi. Eğer bunu çok beğenirsek bölgedeki diğerlerini de ayrıca gezeriz diye düşündük.
Klostrofobisi olanlar, karanlıktan ve dar alanlardan hoşlanmayanların belki de gezmemesi gereken bir yer. Ancak böyle sorunu olmayanlar için Derinkuyu’yu mutlaka gezmelerini o deneyimi yaşamalarını öneririz.
Saldırılar sırasında sığınmak ve saklanmak amacıyla yapılan bu yer altı şehirlerinin çok enteresan bir havalandırma sistemi var. Geçmişleri çok uzun olmakla birlikte o zamanki şartlarda yapmış oldukları bu havalandırma boşlukları herhangi bir şekilde yerin kaç kat altına inerseniz inin yukarıdaki havayı içeri taşıyor.
Bazı yerleri çok derin ve genişken, yer yer eğilerek yada çömelerek geçilen yollar var. Bu yapılarda yalnızca sığınmak amaçlı değil, oralarda yukarıdaki hayatı aşağıda da devam ettirmek üzerine yapıldığı da söylenebilir. Şarap mahzenleri, kiliseler, erzak odaları, yatak odaları,ahırlar, mutfaklar hatta misyoner okulları bulunmakta kat kat olan bu yer altı şehrinde. Tabi ki bizlerin bu yer altı şehirlerinin en derinine inmesine ve hatta bazı yerlere girilmesine izin verilmiyor.
Kaymaklı, Özkonak, Mazı ve daha bir çok yeraltı şehri mevcut bölgede ancak biz Derinkuyu ile yetindik.
Derinkuyu Yeraltı Şehri’nin hemen ilerisinde bahçesi olan eski bir kilise vardı, merak etmemize rağmen kapalı olduğundan giremedik. Ancak malesef kilisenin ve bahçenin duvarlarındaki sprey boyayla yazılan yazılar ve etraftaki çöpler bizi üzdü.
Hava kararmadan Ihlara’ya vardık. Ihlara Vadisi’nin girişinde bir otopark var ve araçları oraya bırakabiliyorsunuz, tabi biz onu farketmeyip çok daha gerideki otoparka parketmiş bulunduk ama oradan manzara tek kelimeyle mükemmeldi…
Ihlara Vadisi’ne de yine Müzekart ile giriş yapmak mümkün. Biz gittiğimizde havanın kararmasına bir kaç saat kalmıştı ve hızlı hızlı yüzlerce merdiveni inerek vadinin dibine vardık. O dev çatlağın arasında olduğunuzu bilmek, kafanızı kaldırdığınızda metrelerce yükseklikteki kayaları görmek sizi biraz ürkütebilir ama akan derenin ve vadinin sesini dinlemek çok keyifli. Ihlara vadisi kilometrelerce devam ediyor, üzerinde ve çevresinde bir çok ören yeri, kilise gibi yerleri barındırıyor. Ancak biz tamamını gezmedik. Yaklaşık 2 – 2.5 km gittikten sonra aracımız girişte olduğu ve hava kararmaya başladığı için geri döndük. Ne de olsa dünyanın en büyük 2. Kanyonu olan Ihlara Vadisi’nin dibinde ve karanlıkta olmak fikri çok ürkütücü. Bir kaç kiliseyi gezdik içeride ama kiliselerden beklentiniz çok büyük olmasın, bir çoğu taşlardan oyulmuş odalar veya odacıklar şeklinde aslında.
Bizim ilgimizi mağara benzer devasa oyuklar daha çok çekti burada. Dönüş yolunda onları uzaktan inceleye inceleye giriş yaptığımız noktaya döndük ve o yüzlerce basamağı o yorgunlukla çıkmaya çalıştık.
Hava neredeyse kararmıştı, vadinin girişi kapalıydı ve kimseler kalmamıştı. Oradan çıkıp hızla arabaya yürüdük ve karanlıkta Göreme’ye doğru yola çıktık.
O akşam yemek yemek için yer arayasımız gelmediğinden, otelin az ilerisindeki bir mekanda bir şeyler yedik. Onun da detayı aşağıda yer alacak.
Ve son gün, yine bizim için önemli günlerden biriydi çünkü amacımız açık hava müzelerini görmek, Sunset Point’e gidip balonları izlemek ve fotoğraflamaktı ama kalktığımızda 10 metre ilerimizi görmekte zorlanıyorduk. Yine de belki oralarda yoktur umuduyla Sunset Point’e gittik ama sisten hiç bir şey görünmüyordu ve zaten balon turları da iptal edilmişti.
Zelve Açık Hava Müzesi
Öyle olunca geldik otelde günlerden pazartesi olunca neredeyse bir biz kalmıştık ve kahvaltı bizim için ayrıca hazırlanmıştı. Kahvaltıyı ettikten sonra çıkıp Paşabağı’nın oraya arabayı park edip Zelve Açık Hava Müzesi‘nin oraya doğru yürümeye başladık, sis henüz kalkmamıştı ama sabaha göre daha iyi durumdaydı.
Burası Göreme kadar popüler değil nedense ama daha büyük ve bizim için daha değişikti. Gerek gezmek, gerekse kızılımsı kayaların arasında gezmek çok keyifliydi. İçeride yine oyulmuş evler, kiliseler ve hatta yaşayan kişilerin dinine göre bir kilise bir cami olan bir yapı da yer alıyor.
Rahatlıkla nerede ne var, açıklama tabelalarından okuyarak bilgi edinmeniz mümkün. Bize göre oldukça ilginç bilgiler yer alıyordu, keyifle okuduk.
Göreme hala sisliydi ve Göreme Açık Hava Müzesi’ni gezmeye elverişli değildi. O nedenle Avanos’a gitmeye karar verdik. Çünkü seyahatlerimiz süresince çömlek yapmayı denemek mümkün olmadı.
Avanos, Göreme, Ürgüp yada Uçhisar gibi bir yapıya sahip değil, bölgenin havasından biraz uzak. Daha bir şehir gibi, araçlar, marketler, insanlar…
Biz yine de farklı bir şeyler görmek umuduyla sokaklarda dolandık. O kadar çok dükkan var ve bazılarından size sesleniyorlar vs ki bu bizim sevdiğimiz tarzdan çok uzak. Günün sonunda onlar da sizlere bu deneyimi yaşatıp bir şeyler satabilmek peşindeler. Merak ettiğimizden ve bu tarz şeyler ilgimizi çektiğinden sonunda bir dükkana giriyoruz. Açıkçası tripadvisor gibi sitelerde çokça önerilen yerler vardı ama o kadar da önemsemedik. Çoğunda olay aynı zaten. Bir yerde hem gösteri gibi yapıldığını hem de saç müzesi olduğunu duyduk ama çok ilgimizi de çekmedi.
Girdiğimiz dükkandaki çocuk önce kendi yaptı, onu izledik. Ardından da biz yapmaya başladık. Yalçın bu konularda yetenekli olduğundan ilk sıra ondaydı, sonra ise ben devraldım. Yalçın oldukça düzgün bir şey ortaya çıkarmayı başardı, tabi ufak yardımlarla☺
Sonra da ufak tefek hediyelikler alarak dükkandan çıktık. Çocuk bize sallanan köprü var onu görün dedi, altta resimlerde var, asma köprü olduğu için yürüdükçe sallanıyorsunuz, özelliği bu.
Avanos’tan sonra sis büyük ölçüde dağıldığından Göreme Açık Hava Müzesi‘ne gitme vakti gelmişti. Bu arada arabayla gidenler için söyleyelim bir çok noktada otoparklar ücretli, ya çok uzaklara park etmeniz gerek ya da hemen ören yerlerinin önündeki otoparklara park edeceksiniz.
Göreme Açık Hava Müzesi
Göreme Açık Hava Müzesi’nin önündeki otoparka park ettikten sonra vakit kaybetmeden içeri girdik. Burası Zelve’ye göre daha ufak ama içerik olarak daha zengin bir müze. Zaten UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş olduğundan olsa gerek çok daha fazla korunaklı, çoğunlukla kiliselerin içinde fotoğraf çekmek yasak ve güvenlikler var.
Tek garipsediğimiz kısım Müzenin içerisinde inanılmaz tasvirlerin olduğu -ki çoğu bize göre insanların çabalarıyla(!?) yok edilmiş durumda- Karanlık Kilise diye ayrı bir kilise yer almakta ve bu kiliseye girmek için 10 TL gibi bir ücret ödemeniz gerekmekte, Müzekart geçmiyor malesef. Ama içindeki çizimler gerçekten çok enteresan.
Eğer doğaya, tarihe meraklı iseniz burada geçirdiğiniz her dakika size keyif verecektir, aksi halde size anlamsız gelebilir çünkü anlatılan mekanların çoğunda siz içeri girince farkediyorsunuz ki içeride hiç bir malzeme vs yok sadece oyularak yapılmış odalar ve bazılarının içinde çizimlerden ibaret.
Biz gerçekten çok severek, merak ederek, anlamaya çalışarak gezdik. İnsanlar nasıl yaşamış, nereyi ne amaçla nasıl kullanmış, bol bol düşünerek, tartışarak geçirdik bu turu diyebiliriz.
Günbatımı Noktası – Göreme
Açık Hava Müzesi’nden çıktıktan sonra Sunset noktasına gitmeden evvel yolda gördüğümüz kilise tabelalarından birinde durup içeri saptık. İsmi Aynalı Kilise olduğundan ilgimizi epey çekti, bin bir zorlukla karların arasında kaya kaya kiliseye doğru gittik ancak beklediğimiz gibi bir manzarayla karşılaşmadık. Açık hava müzeleleri ve Ihlara Vadisi sizi bu anlamda daha çok tatmin edecektir.
Sunset Noktasından gün doğumunu izleyememiştik ama fotoğraf çekmeden duramadığımız bir gün batımına şahit olduk, orada bizle birlikte on on beş kişi daha manzaranın tadını çıkardı. Gitmeden önce hafızamıza kazınan hoş bir anı olarak kaldı.
Dönüş yoluna geçtiğimizde geriye merak ettiğimiz tek bir yer kalmıştı: Üç güzeller.
Hava kararmaya başlamıştı ve bulmak sandığımızdan zor oldu. Çünkü yolun o kadar kenarında ki geçerken görmeniz biraz şans meselesi, ama merak etmeyin haritalar size fikir veriyor. Zaten yolun kenarında araçların park edildiği bir geniş alan görürseniz bilin ki geldiniz!
Daha çok fotoğraflık, çok zaman geçirmenize gerek var mı emin değiliz, ama gördüğümüz iyi oldu diyerek Kayseri Havaalanı’na dönüş yaptık.
Çok keyifli bu yolculuğu rahat bir uçuşla tamamladık ve İstanbul’a, şehrin kaosuna, trafiğine geri döndük.
NELER YEDİK?
İlk gün yol uçaktan indiğimizde Kayseri’nin içinde oyalanmak istemediğimizden yol üzerinde bir lokantada hızlıca bir şeyler yedik.
Akşamına ise bize önerildiği üzere Ürgüp’te terminalde bir Ocakbaşı vardı, kendisini biraz zor bulduk, üst katta bulunuyor ve binanın kenarındaki merdivenle çıkıyorsunuz.
Cumartesi günü gittiğimiz için canlı fasıla denk geldik. Müzik keyifliydi ve restoran-ocakbaşı arasında bir mekandı. Yemekleri de fena değildi biz ocak başı olduğu için kebap yedik ve fiyatlar da çok yüksek değildi, merak edenler için linki buraya bırakıyoruz.
https://www.tripadvisor.com/Restaurant_Review-g297989-d1111047-Reviews-Ocakbasi-Urgup_Cappadocia.html
Kahvaltılarımızı zaten otelde ettiğimizden ve tıka basa yediğimizden gün içerisinde pek yemek yeme ihtiyacı hissetmiyorduk. Yolculuklarda yemek yemeyi seven bizler için kuru yemiş gibi atıştırmalıklar zaten gün içinde tok kalmamızı sağlıyordu.
İkinci akşam yani son akşam Göreme’den çok uzaklaşmak istemedik, açıkçası çok gönlümüze göre de bir yer göremedik yakın çevrede. O nedenle otele en yakın yerlerden birinde, Cappadocia Cuisine‘de sırf adet yerine gelsin diye testi kesabı söyledik. Testi kebabının da aslında buraya özgü bir şey olmadığını duymuştuk, sırf turistlerde ilgi uyandırmak amacıyla servise başlanan bir yemekmiş kendisi, yine de sipariş ettik.
Genel olarak bu lokasyonda şaraplar lezzetli, oturduğumuz yerlerde içtiğimiz bile fena değildi ama ben çeşit çeşit deneyeyim derseniz Turasan’ın fabrikasına uğramanızı yada Ürgüp’teki ve çevredeki şarap evlerinde zaman geçirmenizi öneririz.
Olabildiğince detaylı anlatmaya çalıştık ama sormak istediğiniz şeyler olursa sayfanın sohbet veya mesajlar kısmından bize ulaşabilirsiniz.
Keyifli tatiller!